Tüketiyoruz… Tükeniyoruz…

Kendini, hayatı, maddeyi, sevgiyi, zamanı…

Neden bu kadar çok tüketiyoruz sahi?

Haz ve arzu mu?

Sahip olmak mı?

Maymun iştahlılık mı?

Hiç mi bir kıymeti yok?

Kullan at gibi geliyor bazen yaşadıklarım, yaşananlar!

Mana nerede o zaman?

Tüketmek’in sözlük anlamına baktığımızda ilk karşımıza çıkan “kullanarak bitirmek, hepsini harcamak”. Mecazi taraftan bakınca; yok etmek, bırakmak “Sabrını tüketmek.” “Kuvvetini tüketmek.”  Tüketmek fiiliyle ilgili deyimlere gelince;  Nefes tüketmek / Sıfırı tüketmek / Yüreğini tüketmek.

Tüketmek bana ise çoğunlukla “bencillik” gibi geliyor. Çünkü bendeki duygusu; yalnız kendini ve şahsî menfaatini düşünme durumu gibi. Bütünün dışında sadece kendi arzu ve isteklerinle yaşamak hayatı. Sıkılınca da sıradaki der gibi! Daha! Başka!

O zaman şunu da sorayım kaynak sınırsız mı? Bu kadar kolay mı harcanmalı her şey? Değersizleştirilmeli mi?

Okuduğum bir kaynak bu konu ile ilgili yapılan araştımaya atıfta bulunuyordu. Şöyle ki;

[“Araştırmalara göre, satın alma tercihlerimizin %85’i bilinçaltı düzeyde gerçekleşiyor! Bu tercihlerin en büyük belirleyicileri ise ayna nöronlar ve ‘haz hormonu’ diyebileceğimiz, oluşturduğu ödül mekanizmasıyla söz konusu eylemi teşvik eden dopamin.

Ayna nöronların etkisi, özellikle birçok kişi tarafından çok sevilen ve popüler olan ürünler için geçerli oluyor. Bir vitrine denk geliyor, orada herhangi bir ürünü görüyoruz. Aynı ürünü o gün yemek yediğimiz arkadaşımız üzerinde taşıyor oluyor, iki gün sonra sokakta yürürken aynı ürün, yine karşımıza çıkıyor. Bu üst üste maruziyet, bir noktadan sonra ayna nöronları aktive ediyor ve bizde ‘ben de aynısından istiyorum, bende de olmalı’ düşüncesini yaratmaya başlıyor. Derken sahneye dopamin giriyor, bu yeni ürüne sahip olma ihtimali beynimizde daha fazla dopamin salgılatıyor, hazzı ve keyfi henüz o ürüne sahip olmadan bile yaşamaya başlıyoruz. Harvard Üniversitesi profesörlerinden David Laibson bu etkiyi “Mantıksal beynimiz tasarruf yapmamız gerektiğini bildiği halde, dopamin yüzünden duygusal beynimiz kredi kartını aşmaya çağırır.” diyerek açıklıyor. (Kaynak: https://www.mataramasu.co/blogs/blog/gercekten-neden-tuketiyoruz ]

Peki bu dopomin yönetilemez mi? Eminin yüzlerce akademisyen ayda ilgili olan herkes bunu araştırmıştır. Daha (!) çok okuyayım bakayım. Yönetilebilir mi? Nasıl? Mantıksal Beyin ile Duygusal Beyin arasında dengeye odaklanmak ilk başlangıç olabilir bence. En azından neden olduğunu öğrendim 😊

Alışverişle başlayayım; Sonsuz tükenmek bitmeyen alma tutkumuz. Kimi nefs terbiyesi de diyor. Bir pantolon daha, bir ceket daha, eldeki daha eskimeden bir telefon, televizyon, koltuk daha. Neden bu kadar çok sıkılıyoruz. Sadelik neden rahatsız ediyor bizleri? Hep daha fazlası? Yine bir yerde okumuştum “Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz.” Yazıyordu. Sonra bu aldıklarımızı ödeyebilmek adına “ödediğimiz” bedeller. Başka bir deyişle hayatımızdan para kazanmak için harcadığımız zaman… Çalışılan ekstra saatler ve zihnimizde/kalbimizde yarattığı ağırlık. Kamufle etmek için çoğunlukla “sorumluluk” kisvesi altına saklıyoruz. Tam da bu satırları yazarken; algıda seçicilik olsa gerek; sevgili Aylin Özizmir bir makale paylaştı ve tam da buna atıfta bulunuyor “Sabah kalktığımda üzerimde büyük bir yük vardı ve her şey çok netti: Ölsem de bitsem de 3-6 ay o işte çalışmak zorundaydım. Kendimi tek taraflı bir kölelik antlaşmasına sokmuştum!”

Konunun uzmanı olmamakla beraber, benim kendi çözümüm biraz farkındalık diyor. Bir şey alırken “Bu gerçekten gerekli mi ya da elzem mi?, Ya da olsa da olur mu?” diye sorarken buluyorum kendimi. En azından alışverişlerim daha yönetilebilir oldu. Sonra içinde bulunduğum STK’da (SKOOP) yapılan araştırmalar önüme düştükçe bir t-shirt için harcanan su miktarı, bir ayakkabı için harcanan elektrik miktarı derken bir ürün sizin sırtınıza masanıza ayağınıza gelene kadar işte o sınırsız olmayan kaynaktan tükenerek geliyor.

İlişkiler penceresinden ise; yapıcı olmaya özen gösteriyorum. Birine veya bir konuya “evet” derken, kendime de “evet” diyor muyum diye soruyorum kendime. Geçmişte kendime hayır dediğim çok oldu da ondan! 😊 Tabiri caizse artık nefesimi yada yüreğimi tüketen süreç ve ortamlarda bulunmama hakkımı kullanıyorum 😊 Hani bir önceki yazıda da söylemiştim ya; “Koşulsuz sevgi, paspas olduğun anlamına gelmiyor” diye. Sınırlarımı bilmek, korumak en öncelikli değerlerlerden biri oluyor. Aynı özeni ve saygıyı çevremdeki herkesle paylaşmak ise bambaşka. Diğer taraftan; ben bir şeyi seçmiyorum, istemiyorum diye alınıp, bozulup, gönül koymalar oluyor ya hani bazen “O da sizin seçminiz hatırlatayım” Beni seçmimden dolayı suçluyorsanız benim yapabileceğim tek şey saygı duymak. Neden sonsuz bir beklenti içine giriyoruz ilişkilerimizde? Neden kendi düzenimize uydurmaya çalışıyoruz durmadan? Ortak bir düzen bulmak yerine. Bu kadının işi, bu erkeğin işi. Yada ben senin kazandığını kazanamam sık dişini. Standartlar korunmalı ya da bedeller ödenmeli. Tüm bunlar yaşanırken korku, kaygı, çaresizlik hissi ile tükeniyoruz, üstelik tükendiğimizi bile fark etmeden! Sabır da biraz bununla alakalı sanki.

Mesela; yardım istememekle atfedildiğim günlerin birinde şöyle bir deneyimim oldu.

X – Neden yardım istemiyorsun?

Ben – İstedim ama hep hayır cevabı aldım.

X – Ne zaman? Hangi konuda?

Ben – y zamanlarında da, w konularında. Sonra saymaya başladım en az 9-10 kez yardım istemişim ve hep hayır cevabını almışım. Ben olmazsam sen nasıl yapacaksın? Deneyimlemen lazım! Öğrenmen lazım! Örnek olman lazım! Vb. cevaplar almışım. Ve ben tükenmişim yardım istemekten!

X – Peki bu defa neden yardım istemedin?

Ben – Cevabı belli soruları sormaktan sıkıldım çünkü. Cevap belli “HAYIR”

X – belki bu defa “evet” diyecektim nereden biliyorsun?

Ben – ***///???? ### devre kaybı

Tükenmek ve tüketmek’in benim için en güzel örneklerinden biri bu olurdu, herhalde. Yüreğin, nefesin ve sabrın tükendiği.

Sonra bambaşka bir deneyim yaşadım. Almayı bilmeyen “ben’in” vermekteki sonsuz cömertliği. Bir gün bu konuda geri bildirim alacağım ise hiç aklıma gelmezdi.

Ç – Arzu, bu konuda sana şöyle bir destekte bulunmak istiyorum.

Ben – Yok, canım sağol ben hallederim.

Ç – Biliyor musun bir şeyi farkettim. Hani sen bizler için bir şey yaptığında çok mutlu oluyorsun ya!

Ben – Eee. Oluyorum doğru.

Ç – Yapabilirsin biliyorum. Ancak benim bu konuda senin desteğine ihtiyacım var. “Benim de bu mutluluğu deneyimlememe izin verir misin?”

Ben – ***///???? ### devre kaybı

Yardım istemek ayıp değil miydi? Yardım alırsam nasıl öğrenirdim? Gibi zihinden gelen öğrenilmiş çaresizlikler, sabotajcılar durmadan cır cır cır konuşuyordu… Çünkü tükenmişti ve depo boştu.

Ne mi oldu? Mutluluk paylaşıldıkça çoğaldığına göre eyvallah dedim ve deneyimlemeye başladım. Çok da iyi geldi, ne muazzam bir duyguymuş.

Şimdi başka bir pencere geçiyorum orada manzara daha bir değişik. Yeme içme kültürü. Doymak bilmiyoruz. Onu da ye, bunu da ye! Onu da iç bu nu da! Affınıza sığınarak buna biraz görgüsüzlük’ü de ekleyeceğim. Doymuyoruz! Daha! Daha! Daha! Sonra kendimizi bulduğumuz beslenme uzmanı odaları, kilo vermek için gidilen spor salonları egzersizler.

Peki ne zaman bu kadar tatminsiz olduk biz? Neden yetmiyor? Neden çok hoyratça harcıyoruz herşeyi.

Kimileri daha çok para kazanmak için, kimileri kılık kıyafetle itibar kazanmak için, kimileri alabiliyorum güç bende diyebilmek için, kimileri… kimileri…

İş hayatımın en güzel projelerinden biri “sürdürülebilirlik” üzerine olandı. 2002 yılında! Doğru okuyorsunuz tam 20 yıl önce ofisin heryerine posterler asmıştık. Gece boyunca açık kalan fotokopi makinasının kaç fincan çay/kahve için gerekli elektrik kaynağı olduğu, sıfır atık kağıt tüketimi, ortak alan aydınlatmalarından, ortak alan kullanımlarımıza kadar gözümüze fener tutan bir projeydi. Çalışanlarımızın çocuklarından “Sürdürülebilir Geleceğin Resmini Çizebilir misin” diye resmetmelerini istedik. Sonra bebeğim olan Shell Eco-Marathon! Optimum yakıtla maksimum km. Alternatif yakıtlar, malzemeler… Bugün gelinen başarı benim için çok büyük bir gurur. Tüm bu projeleri hayata geçirirken kaynağımızın sınırlı olduğunu biliyorduk çünkü. Tüketiyorduk. Sonsuzmuş gibi. Sadece biz varmışız ve diğer canlılar yokmuş gibi! Bir pet şişenin, bir izmaritin, denizden gelmeyen maddelerin denize altıldığı günümüze gelince bu farkındalık daha da içimi acıtıyor doğrusu. Şimdi umut veren ise bu konuda gerek birey gerek kurum gerekse STK’lar artık ellerini taşın altına koyuyor. Umudum henüz tükenmedi 😊

Yapay zekanın ne konuştuğumuzu, hangi sayfalarda gezindiğimizi ve önümüze ona göre içerikler çıkardığını hepimiz biliyoruz. Aynı Sevgili Aylin gibi bu defa da Sevgili Uğur Aslan’ın bir röportajına denk geldim! Aslın o gelip beni buldu. Şöyle akıyor içerik; çok başarılı bir adamdım ben. “Yıllarca kurumsalda çalıştım. Bir bakmışsın elinde bir baston 70 yaşına gelmişsin, dönüp şöyle bir bakıyorsun herşeyi ıskalamışsın. Kurumsaldım ben, miller biriktirdim, oradan oraya uçtum, toplantılar yaptım. Tüm bu süreçte devremülkteyiz hepimiz. Neyi aradığımızla ilgili herşey. Babamızın malı değil aga! Ne kadar kalacağımız ise meçhul. Kimi 30, kimi 60 kimi 80 yıl kullanıyor bu devre mülkü.” Yani biz de sonsuz değiliz kısacası. Sanki sonsuzmuşuz herşey sonsuzmuş gibi eritiyoruz her şeyi!

Toplantılar deyince Uğur Aslan, rahmetli babam geldi bir an aklıma. Baba toplantıdayım biter bitmez arayacağım derdim, üç gün sonra, babam yine arar bitti mi kızım derdi!

Özür dilerim. Toplantılar adına ıskaladığım herkesten, herşeyden ve kendimden.

Tüm bunları yazdıktan sonra farkettiğim ise “Denge” oldu. Biz galiba kantarın topuzunu kaçırdık ve kefeler artık bir değişik tartıyor. Hoşgörü, şefkat ve halinden memnuniyeti tüketmekte buluyoruz çareyi. Çok da futürsuzca yapıyoruz hatta.

Kendi isteklerimiz için diğerlerini evcilleştirmeye çalışıyoruz! Dışarıdan beslenmek, desteklenmek, taktir görmek, beğenilmek ise o haz ve arzuyu besliyor. Ya da sevgili dopomin 😊 Arzu ve Haz tüm kontrolü ele geçirmiş durumda.

Peki ya sizce neden tüketiyoruz her şeyi?

Tüketirken tükendiğimizi bile fark etmeden…

İmza : Ben

Ağustos 2022, İzmir

Not : Bizi SM hesaplarımızdan takibe alın derim. SKOOP – İzmir Sosyal Kalkınma ve İşletme Kooperatifi

Tüketiyoruz… Tükeniyoruz…” üzerine 4 yorum

Yorum bırakın