Hayatımızı mahveden beş duygu…

Mahveden deyince zihnim pür dikkat peşinden gelecek cümlelere odaklandı.

Koptuğum ya da daldığım yerden yeniden katıldım derse. Zihin ilgisini çekmeyen bir şey olduğunda ya da odağı başka yerdeyse fiziken olduğu ortamdan sıkça kopabiliyor. O kadar kolay ki! Hem oradasın hem değilsin. Sonra dönüp sana bir soru soruveriyorlar! Sen “uppps soru neydi, pardon” derken buluverirsin kendini. Halbuki sen çoktaan kopmuşsun ortamdan.

Neyse gelelim zihnimin ilgisini çekip beni kopuverdiğim diyarlardan ortama küt diye bırakan cümleye. Hayatımızı mahveden beş duygu…

  • Öfke ve art niyet..
  • Açgözlülük
  • Tembellik ve Uyuşukluk
  • Kaygı, endişe veya huzursuzluk
  • Şüphecilik yani olguları kusurlu değerlendirme…

Ben bunlara bir de izninizle cehaleti ekleyeceğim.

Öfke dedi hoca!

Öfkelendiğiniz zaman durun ve sorun kendinize “Neyi kaybetmekten korkuyorum? Veya neden korkuyorum?” Ben bu kayıpla başa çıkabilir miyim?…

Açgözlülük!

Yetmiyor… Tüketmek, tüketmek ve tüketmek… sahi üretmeyi biz ne zaman bıraktık? Hep daha fazla. Yetmiyor, yetemiyor şu koca dünya bize… Daha büyük ev, motoru daha güçlü araba, daha fazla kılık/kıyafet (büyük ninemin tabiriyle çal çaput) daha fazla eşya, daha büyük televizyon, son model telefon… eminim sizler de daha bir çok şey ekleyebilirsiniz listeye…

Tembellik ve Uyuşukluk.

Bugünün işini yarına bırakma… amaan daha zaman var yaparım canım… yapacağım da ne olacak? Gibi binlerce sabotajcı kapıda bekliyor. Halbuki ilk adımı attığınızda duyduğunuz heyecan! İnanın paha biçilmez. Bir çoğumuz zorla gittiğimiz bir gezide, yürüyüşte ya da denediğimiz yepyeni bir şeyde “ya iyi de oldu aslında, ne iyi geldi” deriz. Bir daha yapalım! Ama o bir dahaya bir türlü sıra gelmez. O okunacak kitaba, izlenecek filme, ziyaret edilecek eşe dosta hiç vakit yoktur. Aslında olmayan vakit onlara mı kendimize mi? Kendimizi ıskaladığımızın farkında mıyız? Ya da kaçımız kendimizin farkındayız?

Kaygı ve endişe…

Viktor Frankl’ın İnsan’ın anlam arayışı kitabında çok çarpıcı bir bölüm vardı. Auschwitz kampının ilk günlerinde öğrenilmiş kodlarla yeni yaşama uyumun arasındaki fark. Alınan duş sonrası çırılçıplak dondurucu soğukta kalarak üşütmediklerini, günlerce uykusuz kalarak yaşanabileceğini, şunsuz uyuyamam, şununla veya bununla yaşayamam dediğimiz onlarca öğretinin bir anda geçersizliğini… Önemli olan uyum sağlayabilen bir zihne ve bedene sahip olabildiğimizi bilmek. Yani bizi hayatta tutan değişimin ve o değişime uyumun cesareti.

Şüphecilik

Şüphe bir diğer tanımıyla varsayma, Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma kitabındaki en çarpıcı dört anlaşmalardan biriydi. Kitap tokat atarcasına “varsayma” diyordu. Olanın üzerine hikayeler yazmayın. Bir diğeri ise kişiselleştirmeyin ve sorun. Hoş bizim kültürümüz biraz da “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” ile gelen genlerle dolu! ama neyse, siz yine de durun bir sorun “ben böyle anladım, doğru mu?” yani netlik en güzel hediye… Ben bazen işi espriye de vurup, şimdi siz iyi bir şey söylediniz değil mi diyorum mesela.. eminim sizlerin de kendi yol ve yöntemleriniz vardır.

Gelelim cehalate

Tüm sözlüklerde cehalet bilgisizlik olarak geçiyor. Halbuki doğru bilgiyi doğru insanlara aktarabiliyorsak veya bilginin bilgeliğine saygıyla yayabiliyorsak ne ala. Bilmediğimizi bilmediğimiz o kendimizi bilmez hale… Kulaktan dolma bilgilerle, mış gibi yaşamlara. Kendimizi bir yerlere uydurmaya zorladığımız hallere. Etiketlerin peşinden koşarken kendimiz olmaktan çıkışlarımıza.

Tüm bunları özetlemek gerekirse ben nefsi terbiye diyorum. Hayatımızı güzelleştiren duyguyu besleyen nefsimiz! Yusum Has Hacib’inin Kutadgu Bilig’de yer alan ve her okuduğumda bana ilham olan bir dize ile bitireyim.

”Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür.

Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür”

Yusuf Has Hacib

Dilin faydası çok olduğu gibi, zararı da çoktur. İnsan söz ile yükselmekte, ancak gene sözle düşmektedir. Dil, insanı değerlendirir de, değerden de düşürür. Yusuf Has Hacib, “söylemediğin söz, sana kuldur; eğer söylersen sen ona kul olursun”, demektedir. Sözün yeri sırdır; söz ondu, fakat biri söylenmeli, dokuzu söylenmemelidir. Bilgili diline hakim olmalı, bilgisiz ise hiç konuşmamalıdır, Çünkü dil her gün başı tehdit etmektedir, Gereksiz söz yanan ateş gibidir, çevresine hayat verir. (Alıntı)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s