Size de olur mu? Hiç susmayan bir zihin! Bıdı bıdı bıdı durmadan konuşan. Biraz sakinleyeyim denize bakayım desen yok. Muazzam bir manzara vardır. Balıkçıllar dalıp çıkar, uzaktan teknelerin motor sesleri, yol kenarında işportacılar; kimi mısır, kimi çiğdem, kimi balon, kimi uçurtma satar. Mevsimine göre kestane gelir. Mis gibi de kokar içiniz ısınır. Daire çizmiş bir gurup insan sohbet edip şarkı söylüyordur. Yüzünüze bir ışıltı tebessüm oturur.
Ya da ormanda yürüyüşe çıkıyorsunuz. Mis gibi ağaçların hele bir de yağmur sonrası ise toprağın kokusu, kuşların sesi. Hangisi acaba? Serçe, ağaçkakan, sığırcık, baykuş! Yanından geçtiğiniz ağaç hangisi? Çam, meşe, kavak, çınar? Ya etraftaki bitkiler, dikensi olanlar, yemiş verenler. Kafanızı kaldırıp bakar mısınız? Ne sıklıkta bir yer burası? Gökyüzü görünüyor mu? Biraz önce yanından geçtiğiniz dere. Buz gibi berrak suyu ve içinde can bulan onlarca canlı.
Siz 5 duyunuzla tüm bunları deneyimlemek yerine dışa bakar gibi dursanız da içten çooook uzaklara gitmişsinizdir.
Zihindeki sesler sizi oradan oraya uçurur. Ya eşinize, ya çocuğunuza, ailenize, patronunuza, iş arkadaşınıza takılıp kalmışsınızdır. Geçmişe olta atmış sonrasında neler yapacağınızı düşünüp durursunuz. Sadece fiziken oradasınızdır. Susmaz zihin! Öyle yap, böyle söyle, şöyle davran. Yeteeer diye isyan edesiniz gelir. En kıymetli olan “an” ya da “zamanın ruhu” avuçlarınızdan kayıp gidiyordur siz hiç farkına varmadan.
“Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.” demiş Necip Fazıl Kısakürek. Zihni vesveselerle mi çalıştırmak yoksa devler gibi eserler bırakmak için mi, iyi düşünmek gerek. An’ın farkına varmak ve iki gözün ardında yaşamak mı hayatı? Hadi bir gayret deyip, kolları paçaları sıvayıp o ilk adımı atmak mı?
Cemil Meriç ise “nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydılığı kadar olacak” demiş. Nasıl yetiştirildiğimiz, büyüdükçe ve olgunlaştıkça dönüşüp değiştiğimiz elbette önemli. İşte bulunan aydınlığın bence bununla çok büyük bir bağı var. İki gözün ardındaki bakış açısı. Veya ilerlemek için kendi önümüzden çekilmemiz gibi. Ne diyor Mevlana “Sen çekilirsen aradan, tecelli eder yaradan”.
Zihnimdeki karıncalar beni nereye eviriyor diye düşünürken çıktı karşıma Kısakürek. Sonra yaslanıp düşündüm. Nasıl bir eser bırakıyorum peki? Bu eser için neler yapıyorum? Hayal kuruyor muyum? Gerçek olması için adım atıyor muyum? Bırakıyor muyum yoksa Sımsıkı bağlanıyor muyum? Gerçekten istiyor muyum? Bana iyi geleni seçiyor muyum? Elalem mi? Ben mi? Okuyabiliyor muyum? Hayat amacımın peşinden gidiyor muyum? Yüreğim nasıl? Gerçekten gücümün farkında mıyım? Donanımımı yeniliyor muyum? Tabiri caizse format atıp, güncelliyor muyum kendimi? Şefkatli miyim kendime?
Kim olması gerektiği, ne istediği, ne istemediği, nasıl biri olması gerektiği gibi sayısız argümanla bizi çevreleyen bir kozadayız çokça da farkında olmadığımız. İçinde yaşadığımız ya da yaşadığımızı düşündüğümüz. Bu kozadan çıkmadan yaşama doğmamız mümkün olmuyor çoğunlukla. Yoganın Mutlak Özgürlük dediği şey; işte tam da budur : Yaşama doğmak! Peki bu vıdı vıdı zihinle doğulur mu?
Hani böyle sabit kalınca yada sıkışınca bedeniniz karıncalanır ya, işte tam da o anda gelsin aklımıza hadi bi gayret hareket vakti diye. Uyandırma alarmı gibi bir nevi! Az sakin deyip, zamanı yakalamak ve yaşama doğmak.
Araştırma yaparken okuduklarım arasında; “Modern görüşler dahil tüm anlatımlar zihni, bir düşünce ve bilinç hali olarak karaterize ediyorlar. Zihnin, özel benliğe ait varsayıldığı, “zihnini toparla”, “zihnini meşgul et” ve “zihninde tart” gibi yaygın ifadelerde açıkça görülüyor.” yazıyordu. Nedir bu zihne çektirdiğimiz ya da nedir bu zihinden çektiğimiz de diyebiliriz elbet 😊
Zihnimdeki Karıncalar başlığı beni aldı karıncalara götürdü. Karıncalarla ilgili onlarca belgesel, araştırma, hikaye, öğretiyle bir şekilde karşı karşıya gelmişizdir. Hatta bazen evimizi basan (!) bu dostlarla geçinmenin farklı yollarını bile deneyimlemişizdir. Bence en büyük özellikleri, tutkuları ve olağanüstü bir ‘toplum’ olma anlayışları. Aralarındaki iş bölümü, iletişim ve problemleri çözme yetenekleri gerçekten çok ilginç! Müthiş bir enerjileri var. Harıl harıl hiç durmadan çalışan zeki, üretken ve hızlılar. Organizeler ve mutlaka bir çözüm buluyorlar. Su yolunu bulur misali. Orası olmadı burası 😊 Bir süre birlikte yaşadık da, ondan biliyorum, en son elektrik prizlerinin içinden geliyorlardı. Üstelik kendi ağırlıklarının onlarca katını taşıyabiliyor.
Beynimizdeki nöronlarda bir birine bağlı değil mi? Muazzam bir koloni orası da! Masal anlatıcılığı ilgimden dolayı sevdiğim çok güzel bir söz var. Masal Çocukları uyutmak, büyükleri uyandırmak içindir der. Nöronların ve sinaps’lerin bize anlattıkları, hissettirdikleri ve hatta yaptırdıkları da uyumamız için mi yoksa uyandırmak için mi? Beynimiz ile ilgili yazılan çizilen anlatılan onca şeyi okuyup anlamaya çalıştıkça ne muazzam bir sistem olduğunu yadsımak imkansız. Düşünsenize sırf uçuşan onca şeyi hizalamak ve not tutmak için bir zihin haritası bile geliştirilmiş.
Bu arada ben bir başlığa odaklanınca o konuyla ilgili veriler birer birer akmaya başlıyor 😊 Aşağıdaki metin de LinkedInde karşıma çıktı mesela.
“Görmek mi istiyorsun Bilmek mi ?
İngilizcede bir deyim vardır; “too many chief but not enough Indian”. Kelimesi kelimesine çevirdiğinizde ‘şef çok var ama yeterince kızılderili yok’ demek olsa da Cambridge Sözlüğüne göre bir ortamda çok fazla Yöneticinin olup işi yapacak insanın az olmasını ifade eder.
Bizde ise bu deyimin karşılığı “sen ağa ben ağa bu ineği kim sağa” olmuş, Anadolu irfanı İşte !”
Zihnin içindekiler, susturmak ya da coşturmak için entersan bir söylem.
Bir diğeri ise zinhimizdeki karıncaların doğalarına aykırı bir şekilde beklemeye almamız. Erteleme veya Öteleme… Ne eziyet ama! Çözülene ya da bitene kadar zihni kemirir durur.
1830 yazında, Victor Hugo imkansız bir son teslim tarihi ile karşı karşıyaydır. Bir yıl önce, yayıncısına yeni bir kitap sözü vermiştir ancak o yılı yazmak yerine başka projeler peşinde koşarak, misafirleri ağırlayarak ve işini erteleyerek geçirir. Hugo, erteleme eğilimini yenmek için garip bir plan yapar: Tüm kıyafetlerini toplar ve yardımcısından onları büyük bir sandığa kilitlemesini ister, dışarı çıkmak için uygun bir kıyafeti olmadığı için çalışma odasında kalır, 1830 sonbahar ve kışı boyunca öfkeyle yazar. “Notre Dame’ın Kamburu” 14 Ocak 1831’de iki hafta erken yayınlanır.
Erteleme sorunu, yüzyıllardır insanoğlu ile. Bu sorun o kadar zamansızdır ki, Sokrates ve Aristoteles gibi eski Yunan filozofları bu tür davranışları tanımlamak için bir kelime geliştirmişlerdir: Akrasia.
Akrasia, iyi muhakemenize karşı hareket etme halidir. Bir şey yapmanız gerektiğini bildiğiniz halde, başka bir şey yaptığınız o zamandır. Yapmak için yola çıktığınız şeyi takip etmenizi engelleyen şey olarak da tanımlanabilecek olan Akrasia, erteleme veya özdenetim eksikliği ile doğrudan ilişkilidir.
Bence erteleme ve öteleme de zinhimizdeki karıncaların yuvalarına sürekli çomak sokup durmamızdan kaynaklanıyor. Sonra da ya nefes çalışmaları ile ya meditasyonla yada farklı tekniklerle zihni dengeye getirmeye, önceliklendirmeye ve tamamlamaya çalışıyoruz. Yeni yeni icatlar çıkarıyoruz belki de!
Zihnin susması kalbin durması gibi bir şey aslında. Sadece aradaki dengeyi nasıl bulacağız? Gerçekten istediğimiz gibi mimari bir yapıya eviriyor muyuz zihnimizi?
Bazen gereğinden fazla yükleme yaptığımıza inanıyorum. Basitleştirmek gerekirken bu kadar kompleks bir yapıya ihtiyacı neden hissediyoruz? Gör, yap, geç yerine gördüm ama şimdi ne yapacağım, öyle mi olur, böyle mi olur, yok geçersem ne derler vıdı vıdı vıdı durmayan sesler. Basit her zaman iyidir.
Hayatı gerçekten böyle mi yaşamak istiyoruz? Gerçekten önemli olanı görüyor ve yaşıyor muyuz? Sevgi ve mutluluk, öfke ve bağışlama, kayıplar ve suçluluk duygusu, umutlarımız ve korkularımız, ilişkilerimiz penceresinden baksak mesela.
Attığımız cesur adımlardan ve koşullara uyabilme ve uyumlanabilme yeteneğimizle gurur duysak.
Uğur Batı’nın Sinaps adlı kitabında “Scherlock Holmes Zihni” diye bir bölüm var. Scherlock Holmes’a göre beynlerimiz küçük bir tavanarası gibi. Bu öyle bir oda ki, odayı kararınca doldurmak için seçeceğiniz eşyalar çok önemli! Kontrolü kaybederseniz odada dolaşacak yer bulamaz, orayı içinde yürüyemeyecek kadar işlevsiz hale getirebilirsiniz. Holmes’un olayları çözerken zihne yüklediği önemin düğümlendiği nokta belli: Zihinzel kaynaklarımız asla sonsuz değil. Onu optimize etmeliyiz! Tavanarasına aldığımız her eşyayı o kadar başarılı organize etmelisiniz ki, tek başına anlamsız ve kalabalık görünen her şey bir anlam ifade etsin ve size büyük resmi gösterebilsin. Eğer zihninizi parçalarada boğarsanız, en tepede, anlamlı olan büyük gerçeği asla göremezsiniz.
Bu durumda benim tavanarası temizliği başlasın 😊
Zihnimdeki Karıncalara minnetle…
İmza : Ben, Kasım 2022
Not : Başlık için Sevgili Serap Manisalı’ya teşekkürlerimle…
zihinlerimizi vesveselerin esareti altında bırakmamamız lazım gelmektedir.
vesveselerle değil arkamızda bırakacağımız dev eserlerle anılmamız hayatımızda olması icap eden en önemli şeydir.
cemil meriç ise çok değer verdiğim yazarlarımızdan bir tanesi hemde kaderdaşımdır.
bize sözleri ile ışık tutması göz ardı edilmemesi gereken değerli bir gerçektir.
gittiğimiz her yerde her daim kalplerimizin aydınlığa doğru yol almasına önem verilmesi gerektiğini göstermiştir.
ben sizi takip ediyorum sizinde bizim yazılarımız hakkında beyanat vermenizi bekliyorum.
bizi şu şekilde bulabilirsiniz.
wordpressin okuyucu bölümünde yer alan ara kısmına huseyinibis bu şekilde bulamazsanız hüseyin ibiş yazıp arattıktan sonra siteler bölümünde karşınıza çıkacak olan hüseyin ibiş kişisel blog linkini tıklayarak takip etmeniz mümkündür.
daha olmadı wordpressin okuyucu bölümündeki ara kısmına hüseyin ibiş kişisel blog yazmanız halinde sitemizi mutlaka göreceksiniz.
ben eleştiriliyorsak doğru yoldayız demektir düsturu ile yola çıktım sizin eleştirileriniz bizi bir adım daha ileriye götürecektir.
son sözüm şudur zihinlerinizi olumsuz vesveselerin bulandırmasına hiçbir zaman müsade etmeyin.
BeğenLiked by 1 kişi
Paylaşımınız ve yorumunuz için teşekkür ederim. Cemil Meriç Bey’e de selam ve saygı ile.
BeğenLiked by 1 kişi
arzu hanım gerçekten de örnek alınacak saygı duyulacak bir şahıstır kendisi ben kendisini her daim örnek alıyorum.
okumak için sandalyeyi alnının yanması pahasına masası üzerine koyarak lamba ışığına yaklaşarak okuduğunu sizlerle paylaşmak istedim.
BeğenLiked by 1 kişi