Başlık ilk önüme düştüğünde biraz telaş yapmadım desem yalan olur. Nasıl akar diye düşündüm günlerce. Demlendim de diyebiliriz. İlginç durumlar deneyimledim. Kırılma noktaları! Duyguların iniş çıkışı, sınırlarımın ihlali, ki bu benim sorumluluğumdu, manipülasyona karşı farkındalık, direnç, esneklik, bırakmak, vs. vs.
Sıkı bir düzeltme programı geldi anlayacağınız. “Aha” dediğim onca farkındalık ve şükür. Hayatım ne kadar benim kontrolümde? Kendimle olmakta, kendime zaman ayırmakta, kendimle ne kadar temas kurmaktayım diye sordum. Bu sorgulamada yaşadığım dönemlere de bir baktım. 20 yaşına kadar, 30 üzeri, 40’ın muhteşem farkındalığı ve 50yi geçmenin getirdiği olgunlaşma süreci. Kısacası cevapların her yaşa göre değiştiğini fark ettim. Korkularım, telaşlarım, değersiz hissettiğim yıllar, anlaşılmadığımı veya anlatamadığımı düşündüğüm onca an ve anı, ya olmazsa – beğenmezlerse endişesi, aldığım onca psikoterapi seansları, anne olmak, evlat olmak, eş olmak, iş arkadaşı olmak sorumlulukları, hep bir beklenti ve yüklediğim anlamlar.
İşte, hayatı çizmek bölümü, bu süreçlerin içinden geçerken ki davranışlarım. Hissettiklerim, reaksiyonlarım ve aksiyonlarım. Kimine göre başarı, “aferin kız” alkışı, kimine göre “bu da oldu mu şimdi, sana bu kadar destek vermişken” sitemleri.
Büyümek nasıl bir şey sahi! Yanmak, pişmek ve olmak da diyebilirsiniz elbet. Sakladıklarımız, inkarlarımız, kabullerimiz ve reddedişlerimiz… Durmadan bir çatışma. Bazen de şımarık çocuklar gibi mızıkçılık yaparız. Şikâyet ederiz, olmayınca hırçınlaşırız, manipüle ederiz ya da edilmeye izin veririz, dünya bizim etrafımızda dönsün isteriz, suçlarız, hep onun veya onların yüzündendir. Hayat bize hiç adil davranmamıştır çoğu zaman. Sahi bu hayat bizden ne istiyor? Der dururuz. Yetmedi mi? İsyan ederiz! Şarkılar yazılır; kahpe kader sen bana ne zaman güleceksin diye.
Tüm bunların, yolculuğun öğretileri olduğunu fark ettiğimde 40’lı yaşların ortasına gelmiştim. Şu an beni ben yapan öğretilerin. Bazen üstümü çizip geçen ve derin acılar veren, bazen de altını kalın kalın çizip yücelten. Yolculuğumdan memnunum. Görmeye ve okumaya gayret gösteriyorum. Anlam yüklememeyi, bırakmayı, affetmeyi, anlaşılmayı beklemeyi veya beklentiden uzak olmayı deneyimliyorum bu aralar. Kendimi Özgür bırakmayı, esnemeyi ve sınırlarımı korumayı öğreniyorum çokça.
Ruhumu ve onun frekansını keşfetmeye başladım mesela. Farklı frekanslar da olduğumu anlamaya başladım. Olmak istediğim yerleri seçiyorum bolca. Kendimle olmayı, dinlemeyi, gerçekten bana neyin iyi geldiğini deneyimliyorum. Doğayı gözlemlemenin mucize ve öğretilerini mesela. Oradaki döngüyü. Hayatın geçiciliğini ve hepimizin geçip gittiğini. Baki’nin dediği gibi “Baki olan şu dünyada hoş bir seda bırakmanın” heyecanı gibi.
Nefes alabilmenin, tutabilmenin, eline çatalını kaşığını alıp yiyebilmenin, oturup kalkabilmenin, yatabilmenin (!), uyanık olmanın, kalbi duymanın mucizelerine şükrediyorum.
Geçen gün radyoda son üç yılı üç kelime ile özetleseniz ne olurdu diye sordu spiker. İnanın hemen cevap veremedim. O kadar çok şey olmuştu ki! Yine günler geçti soruyu sindirmem ve cevap bulmam. Sağlıktı birincisi. Akıl, beden ve ruh sağlığı. Aileydi ikincisi. Annemin kaybı ailenin bütünlüğü, artık bir evlat olamayacağım duygusu hakimdi uzunca bir süre. Bir evladım olduğunu hatırladığımdaki utanç ve suçluluk da cabası. Sonra oğlumun, kardeşlerimin, çekirdek ve geniş ailemin varlığı oldu ayakta tutan. Kendimi bulma yolcuğum ise üçüncüsüydü. Masallarla Erdem, Yol ve Erdem, Mucizeler, Okumalarım, yol dinletilerim ve dostlarımla deneyimlediklerim. Laf aramızda yara bere içinde kalsam da sevdim bu yolculuğu.
Hayatın altını ya da üstünü çizmenin, işte tamda bu yolculuklar olduğunu bir kez daha söyleyeyim. Kimselere söyleyemediğin, sessizce tutunduğun acıları bırakmanın, akan gözyaşlarının yerini şükürlere bıraktığın yolculuk bu. Mesela sırf bana kızacaklar diye isteklerimden vazgeçtiğim! Ya da dayanamayıp gitsem/yapsam bile sonradan burnumdan gelen arkadaş buluşmaları. Hesap vermeler. İçime otururdu resmen. Küsmeler. Sözel veya duygusal şiddet. Yavaş yavaş kendi ellerimle kendi hayatımın üzerini çizişlerim ve kendimden vazgeçişlerim! O kadar ki, yıllar sonra tüm bu birikimle hastalanıp bir organımdan bile vazgeçebileceğim. Çaresiz hissettiğim anların geçip gittiği yolculuk.
İşte öyle zamanlarda uzatılan eli görmek bir mucize ya da okkalı bir tokat! Kendine gel be kızım dedirten cinsten. Önce kullandığın antidepresan haplarını bırakırsın, yıllardır uyuşturduğun hücreler bir bir kendine gelir. Sonra değişim ve dönüşüm için atılan adımlar başlar. Ürkek, korkak, güvensiz. Kararlılık ise panzehir olur. Bir defa sihirli değnek değmiştir artık, zaman alacak olsa da denge bulunmaya başlamıştır. Bir zeytin ağacına sarıldığın, bir limonun tomurcuk kokusunu içine çektiğin, yasemin ve hanımeli tarafından sarıp sarmaladığın. Çiğdemin, papatyanın, gelinciğin baharı müjdeleyen fısıltısı gibi bir uyanıştır. Şükredersin bolca.
El alemin geride kaldığı hafızanın yerini idrakin aldığı farkındalıkta diyebiliriz. Veya öz saygı. Ne güzel diyor Cemal Süreyya; “Bazen hayat seni bulunduğun yerden alır, başka bir yere koyar. Ve der ki; buradan devam et”. İşte kırk beş yaş beni bulunduğum yerden aldı ve başka bir yere koydu. Hadi buradan devam et veya hadi çiz bakalım der gibi.
Elizabet Kübler-Ross ise; “Hepimizin yaşam denen bu zaman zarfında öğreneceği dersler var; bu, ölmek üzere olanlarla çalışırken özellikle belirginleşir. Ölmek üzere olanlar yaşamın sonunda çok şey öğrenir, ama genellikle öğrenilenleri hayata geçirmek için artık çok geçtir.” diye yazıyor Yaşam Dersleri kitabında.
İnsanın dört hali var deniyor; Sandığı, sunduğu, sakladığı ve sahiciliği halleri.
Sandığı – her işi hey şeyi kendinden sanan ve ben yaptım ben ben deyip duran. Oysaki düzenin katkısı hatırlanmalı. Zaman ve zeminin hazırlığı başka bir deyişle bizi hazırlarken olacakları da hazırlayan.
Sunduğu- sözleri ve davranışları ile bütün olan, eylemlerini çoğu zaman nefsinden çoğu zaman kalbinden yapan. Halbuki nefs kibri kalp ise tevazuyu sunar.
Sakladığı – çoğu zaman vicdandır. Yeri geldiği zaman vicdanımızı ne kadar aktifleştirebildiğimizdir asıl olan.
Sahiciliği ise; samimiyettir diyorlar. Mana ve madde bütünlüğü samimiyetini kuşanmak. Gerçekten ne kadar samimiyiz? Sözlerimiz ile yaptıklarımız tutarlı mı? Vicdan (!) sevgi nerede? Kalpten miyiz, yaptıklarımızda? Geçtiğimiz günlerde “samimiyetsiz nezaket” diye bir kavram duydum. İki kelime yan yana bana çok tuhaf hissettirdi. Mış gibi geldi.
İşte yaşam denen bu zamanda üzüntüyle geriye mi, endişeyle etrafa mı yoksa inanç ile ana ve önümüze mi bakıyoruz. Bence geç kalmamız o ilk adımı atmaktan kaynaklanıyor. Ya da o bilyeyi yuvarlamaktan. En kötü ne olur sorusunu ilk duyduğumda çarpılmış gibi hissetmiştim. Ve şimdi bir adım atacaksam soruyorum; Arzu en kötü ne olur? Her şey bir sebep sonuç bağıyla işlediğine göre sonuçtan ya memnun kalacaksın ya da istediğin gibi olmayacak. Ama “deneyim” gibi muazzam bir duyguyu yaşama fırsatını yakalayarak öğreneceksin. Hadi bir gayret diyorum. Sabotajcılarım ve korkularım ara ara fener yaksa da siz gördüm deyip devam ediyorum. Cesaret köprü demekmiş biliyor musunuz? Cesaret ve Köprü sözcükleri aynı kökenden geliyormuş! Yani; cesaretle atılan adımlar aslında birer köprü görevi görüyormuş meğer. Bu arada aman dikkat cesaretin 3 de düşmanı varmış! Açgözlülük, öfke ve cehalet… Yolda tutan soru ise; Cesaret ettiğinizde bulduğunuz veya bulacağınız hazine ne? Ya da Hangi aşk, tutku kalbindeki cesareti hatırlatır?
Jung’un dediği gibi “kafanda kurduğun düşünceye benziyorsun!” Kuruntular, kaygılar, endişe ile mi bir kurgu yoksa Jonathan gibi en yükseğe uçup görme gücünüzü keşfetmek mi? Elimizdeki kaynağın farkına varmak işte o ellili yaşları geçince daha bir belirgin olmaya başlıyor. O pus, sis kalkıveriyor. Fırtınanın geçiciliğini, güneşin yakıcılığını biliyorsun. Okumaya başlıyorsun bambaşka bir farkındalıkla. Düzeltme programları geliyor Kübler-Ross’un dediği gibi öğrenme yolculuğu devam ediyor. Eminim altmış yaş üstü abi ve ablalarımın bambaşka farkındalıkları var. Onları da o yaşa geldiğimde deneyimleyeceğim diye düşünüyorum 😊
Koçlukla tanışman 2011 yılına dayanıyor. İlk yolculuğum ve seansım sonradan eğitimini de onlardan alacağım Sevgili Sumru ve Violet. Bolca iyi ki dediğim ikili dost. Çalıştığım iş yeri ile beklentilerimin artık yön değiştirdiği ve değerlerin farklılaştığı bir dönemdi. İşten ayrılırsan en kötü ne olur diye sordu, Sumru. Evimi değiştirim, o kira yüksek gelir dedim. Başka dedi. Oğlumu gittiği özel okuldan alır, devlet okuluna veririm dedim (içim burulmuştu). Başka dedi? Yokluğun ne olduğunu çocukluğumda deneyimlemiştim ne de olsa diye geçirirken içimden “o maaşa iş bulamam belki aramaya devam ederim” dedim. İçimden bir ses yeteer diye çığlık çığlığa idi. Başka? Başka? Başka? En kötü ölürüm dedim. Sıkışmış hissettim. Sonra bir anda, ölüm vuslata kavuşmaksa, düğün günü ise nesi kötü dedim. Derin bir nefes aldım. İnanın tünelin sonundaki ışığı görmek gibiydi. Yorulmuştum. Çaresizlik yerini hadi bir gayrete bırakmıştı. Diğer taraftan hayatımı yeniden çizebilmem mümkündü ve soruların gücü inanılır gibi değildi. Yapabilirdim.
Bir başka öğreti ise rahmetli anneannemdi. Aramız hiç de öyle sevgi dolu olmadı onunla. Hani o filmlerde izlediğimiz anneanne – babaanne şefkatini deneyimlemedik biz. Anneannem veya babaannem derdi ki diye başlayan sözlerimiz, öğütlerimiz de pek olmadı. Bizden nefret ettiklerini düşündüğüm anlar bile oldu. Gerçekten. Üzerimizi çizen, görmezden gelen, öfkeli yüreklerdi ikisi de. Çocuk aklı işte o zaman bu kadınlar ne çekti de böyle diyemiyorsun haliyle! Ancak yansıması cidden can acıtıcıydı. Bir gün misafirliğe gelen bir büyüğümüz elimde yaptığım tığ işine baktı. Ne güzel olmuş ama sanki bazı yerlerde gereken özen yok dedi. Bende “anneanneme inat bir gecede bitirdim, gece yaptım gözümden kaçmış olabilir ama bitirdim” diye böbürlendim. İtiraf ediyorum utanmıştım da! Şefkatli bir bakışın ve sesin şifasını hissettiğim en unutulmaz andı benim için sanki bugün yeniden yaşanmış gibi capcanlı. Durdu, ellerimi ellerine aldı ve gözlerimin içine ta içine bakarak “güzel kızım inat ve hırs sana rehberlik ederse yapacağın onca güzel şeyin üstünü özensizlikle örtersin. Halbuki azim sana sabrı, sevgiyi ve mutluluğu getirecek.” Hadi şimdi git ve anneannenin elinden öp, sonra da oraya kadar olan yeri sök ve yeniden ör. Hayatımın altını özenle ve azimle çizmiştim. Ara ara yoldan çıksam da son yıllarda yolda tutan rehberlerimden oldular.
Yaşamı sizin için yaşanılır ve güzel kılan nedir? Sorusu bence hayatı çizen anahtar. “Bu soru ile Gece Yarısı Kütüphanesini okurken “aha” dediğimi hatırlıyorum. Bu sene okuduğum/dinlediğim en güzel kitaptı çünkü “dönüştüren, sorgulatan ve adım attıran” bir kurguydu. Kitabın tanıtım yazısı şöyle; “Bütün keşkelerin aklınızdan silindiği bir yer düşünün. Eğer hatalarınızı ve pişmanlıklarınızı telafi etme şansınız olsaydı bazı durumları farklı şekilde ele alır mıydınız? Ya da yaptığınız seçimlerin arkasında durup keşkelerin sizi ele geçirmesine engel mi olurdunuz? Nora Seed, kendini muazzam ve sonsuz gibi görünen Gece Yarısı Kütüphanesi’nde bulur ve şimdiye kadarki bütün pişmanlıklarını düzeltmek için bir şansı olduğunu görür. Gece Yarısı Kütüphanesi’ndeki kitaplar, Nora’ya yaşayabileceği başka hayatları denemek için bir hak verir ve Nora farklı seçimler yapsaydı hayatının nasıl şekilleneceğini görme fırsatını elde eder.” diye özetliyor.
Benim içinse üzerimize düşen sorumluluğu almak. Sebep sonuç veya ektiğini biçmek de diyebiliriz özetle. Ne ekiyoruz ve o ektiklerimiz hangi alışkanlığa dönüştürerek biçiyoruz? Sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet mi? yoksa kin, nefret, intikam mı? Yaptıklarımızın sorumluluğunu alıyor muyuz? Olumsuz durumların sorumluluğunu karşımızdakine veya başkalarına mı yüklüyoruz? Hayatımıza nasıl yön veriyoruz da diyebiliriz tabi!
Turhal’dan Tokat’a, oradan İstanbul’a olan yolculuk ve yaşananlar. Ve İzmir! Bu yolculuklarda öğrendiğim en güzel şey cesaretti. Sıfır noktasından başlayabilme cesareti. “Hayatın altı da üstü de” öyle ya da böyle bir şeyler öğretmek için var. Hem demiş ya Şems, nereden biliyorsun altının üstünden iyi olmadığını!
Yeter ki, o dersi alalım, dönüşelim, öğrenelim ve üzerimize düşen vazife neyse layığı ile yapalım ve bir hoş seda ile ayrılalım.
Peki ya siz yaşamı yaşanılır kılmak için nasıl çiziyorsunuz hayatınızı?
İmza : Ben
Aralık 2022, İzmir
Başlık için teşekkür ederim Cenk Ceyhun Işık
Bazen içimi gördüğünü hissediyorum senin sihirli bir gücün var ve bence gizliyorsun kalemine sağlık…
BeğenLiked by 1 kişi