Anton Çehov’un bir asrı aşkın bir süre önce yazdığı içerik, bana sadece, dekor, sahne ve oyuncuların değiştiği ama senaryonun hep aynı kaldığı bir oyun gibi geldi. Şu an günümüzde de yaşadığımız neredeyse aynı.
Aramızda zinhini sadeleştirenlerimiz, an’da kalmaya başaranlarımız var tabi. Ya da İlhami Güngören hocanın dediği gibi “Yaşamayı, problemlerin çözümüne ötelemeyen”lerimiz! Önyargısız zihinler var mesela, varsaymayanlar.
Zihin kaslarım ve farkındalığım biraz daha güçlendi, çünkü aynı koşullara sahip olmadıkça, o şartlarda yaşamadıkça veya empati yeteneğimizi-kaslarımızı güçlendirmedikçe farklı şart ve ortamlarda yaşananları, yaşayanları anlama konusunda daha gidilecek bir hayli yolumuz var. Sayfalardan birinde; “…Akla ve doğruluğa değer verirdi, ancak etrafında akıl ve dürüstlükle dolu bir hayat inşa edebilmesi için yeteri kadar güçlü bir karaktere ve inanca sahip değildi” diyor.
Gerçekten de her birimizin farklı değerleri var. Bazen kabul görmek için değerlerinden vaz geçenler var, bazen de sıkı sıkıya sahip çıkanlar. İçerideki sabotajcılar durmadan konuşuyor çünkü! Bazen de dış sesler bastırıyor. “Burada işler böyle yürümez!” “Düzen böyle arkadaşım!” Görürsünüz, size doğru gelmez ama görmezden gelirsiniz. Duyarsınız, yine size doğru gelmez ama yine duymazdan gelirsiniz. Bazen de eee herkes böyle yapıyor, sesini çıkarma dersiniz.
Yine başka bir sayfada; “namuslu değilim, ama ben tek başına bir hiçim, kaçınılmaz olan sosyal kötülüğün küçük bir parçasıyım sadece… Demek ki namuslu olmamamın suçlusu ben değilim, zaman. İki yüzyıl sonra doğsaydım bambaşka biri olabilirdim.”
Görmezden geldiğimiz, olanları uzaktan izlediğimiz, durumun değişmesi için kılımızı bile kıpırdatmadığımız durumlar düşme olasılığımız her daim var. Adına ister ilahi adalet deyin ister karma. Ama sonuçta; o durumla veya olayla bizim başımıza geldiğinde alacağımız destek/çözüm farklı olmayacak. Hani bir atasözümüz var ya; “Sap döner, keser döner, gün gelir hesap döner” diye. Kitabın sonu bana bu atasözünü hatırlattı.
Geçtiğimiz gece yaşadıklarımız gibi. İki günlük sakinliğe, durgunluğa destek verilemedi. Oysa ki; hepimiz için iyi niyetle çıkılan yola, alınan önleme verilen tepki çok can acıttı. Aylardır verilen emeğin yok sayılmasıydı. Doktorundan görevlisine, üretene, teslimat için çalışanlara, günlerdir -ki 30 gündür evden çıkmayanları biliyorum- evlerinde kalan arkadaşlarım, arkadaşlarınız. Can-hıraş çalışan, risk alan herkesin emeğinin yok sayıldığı anlardı. Bir elin nesi, iki elin sesi olunamadı.
Neyse; “Altın Koğuş”, okumaya değer kitaplardan bir diğeri.
Varlık-Yokluk, Bilgi-Cehalet, Anlayış-Çatışma. Öfke/Açgözlülük-Şefkat/Cömertlik
Hayatın kendisi gibi birçok zıtlığı barındırıyor.
Keyifli okumalar şimdiden…
İmza : Ben
12 Nisan 2020