Uydurmaca masallarım ya da hikayelerim vardı benim.
Oğlum küçükken her gece belirli ritüellerimiz olurdu. Tören gibi. Özenli.
Hikayelerimiz ya da oğlumun tabiri* ile “uydurmaca masallar” bunlardan biriydi ve çok eğlenceliydi. Nasıl buldum, nasıl aklıma geldi ve başladık hala bilmiyorum. Öylesine çıkıvermişti.
Çok seyahat ettiğim için evde olduğum her vakti onunla geçirmeye özen gösteriyordum. Oyunlar, resimler, boyalar, dans etmek, zıplamak ve uydurmaca masallar…
Önce 5 parmakla başlamıştık. Her bir parmak bir nesne, eşya, hayvan, insan, anne, baba kimi ve neyi isterse o olurdu. Seçim ona aitti. İçinde ne olmasını istiyorsa. Özgürdü. Ona özeldi masal. Benim görevim seçilen karakterlerle bir hikâye ya da masal kurgulayıp anlatmaktı. Her biri farklı olacaktı. Zaten zorlasam da bazen bir önceki masalı hatırlamıyordum. Hatırlayıp eklersem hemen; “ama o geçen masalda vardı, buraya nasıl geldi” diye sorar ve beni şaşırtmayı başarırdı. Masal bittiğinde eğer karakterlerden birini kazara atlamışsam yine “ama … yoktu” ona ne olmuş, sorusu geliverirdi. Karakter hikayedeki yerini almadan gece yani masal bitmezdi.
Günler geçtikçe beş parmak yetmez oldu. On parmağa geçtik. Tabii ben yıllar sonra anlayacaktım; ne kadar çok parmak, o kadar çok karakter, o kadar çok vakit demekti birlikte olmak için. Çok yoğun çalışan, çok seyahat eden bir annesi vardı. Belki de o yüzden yatma hazırlıkları ve törene çevirdiğimiz ritüellerimizi ikimizde çok seviyorduk. Eğleniyorduk. Gülüyorduk. Baş başaydık. Çocuktuk. Onunla çocuk olmayı, çocukluğumu keşfetmeyi, içimdeki çocuğu sevmeyi öğrenmiştim. Keşfetmiştim. Parkta onunla kaydıraktan kaymak müthiş eğlenceliydi mesela. Diğer anne-babaların, nine ve bakıcıların bana olan bakışlarını anmadan geçemeyeceğim. Çocukluğunu yaşamamış yazık bakışları. Çok komik görünüyorlardı. Nasıl da güzel bir anı ıskalıyorlardı halbuki. Kaydıraktan baş aşağı kaymak anne ile yapılacak olan oyunlardandı. Yürek mi yedin dediğinizi duyar gibiyim ama kontrollü risk alınabilirdi. Üstelik sadece bize özel bir oyundu. Ve şimdi dönüp bakınca iyi ki de yapmışım.
Odası onun en yaratıcı alanıydı. Her yeri boyamak serbestti. Dolap kapaklarının kaç defa boyandığını sonra silinip yeniden yeni resimler yapıldığının sayısını inanın hatırlamıyorum. Duvarlar mı? Dahildi tabii ki. Korkmayın bir boyaya bakar. Bırakın yapsın. Hatta birlikte yapın. Bazen ellerimizi ayaklarımızı boya kabına batırıp yere serdiğimiz kağıtlar üzerinde yürürdük. İz bırakırdık. O zaman ki aklım yere kâğıda bırakılan izdi. Bugünkü farkındalığım ise ruhuma bıraktığım mutluluk izi. Paylaşma izi. Çılgınlık izi. Kahkaha izi.
Dans etmek, yatakların üzerinde zıplamak ayrı bir ritüeldi mesela. Koşuşturmacalarımız, gürültümüz. Komşularıma da teşekkür edeyim. Var olsunlar!
Oğlum şimdi kocaman güzel yürekli bir delikanlı oldu. Kendi yolunda yürümeye başladı. Ama en güzeli uydurmaca masallar istemeye devam ediyor. Ne büyük mutluluk. Bundan daha güzel nasıl olur? Biraz pratiğimi kaybetmişim onu fark ettim ve Masal Anlatıcılığı yolculuğum işte böyle başladı. Bunu profesyonelleştirmeye, koçluk teknikleriyle de harmanlayıp çoğalmayı seçiyorum. Yirmi yıl önce çıktığım yolculuk şimdi daha da keyifle ilerliyor. Sadece çocuklara değil, küçük – büyük herkese anlatabileyim diye.
Kendim için, içimdeki ve içindeki çocuk için. Kim bilir belki torunlarım için! Masalların, mesellerin, hikayelerin dünyasında gezinti için kendimi her defasında yeniden keşfedişim için…
Okumayı da belki bu yüzden çok seviyorum. Her kahraman, her şehir, her sokak, her sohbet alıp götürüyor beni olduğum yerden. Bambaşka dünyaları, hayatları, kültürleri keşfe çıkıyorum.
Yol bir şekilde dönüp dolaşıp benim sokağıma geri geliyor. Her birine şükranla, minnetle teşekkür edip yine yeniden buluşuncaya dek çekiliyorum.
İmza : Ben
Mayıs 2020